29 Ekim 2016 Cumartesi

MİLASLI GAD FRANCO...

Güzel Milas yazıları ile tanıdığımız hemşerimiz Hüseyin Avni Kunduracıoğlu'nun, Milaslı Gad Franco ile ilgili yazısını, izniyle, paylaşıyorum... Güzel bir yazı. Bu yazıyla, uzaklardaki Milaslı Musevi hemşerilerimize Milas'tan selamlarımızı gönderiyoruz.
(Blog editörü Nevzat Çağlar Tüfekçi)

xxx

 “Hoca’ya...”
Bilenler bilir, yaşamımın bir döneminde tüp bayiliği yaptım. Tüp bayiliği servise dayalı bir meslektir. Birçok bölgede olduğu gibi Milas’ta da tüpü aboneye daha hızlı ulaştırabilmek için taşıma aracı olarak mobiletler kullanılır.
Yıllar önce; bir süre önce yaşamını yitirmiş olan bir emekli öğretmenin eşi tüp istedi. Mobiletin selesindeki tüpü Hayıtlı mahallesindeki eski Milas evlerinden birinde oturan öğretmenin evine götürdüm..
Havanın ha yağdı ha yağacak olduğu bir gündü. Eve tüp servisini yaptıktan sonra sokak kapısını kapadım. Tam o sırada sokak kapısının önündeki çöp tenekesi dikkatimi çekti. Çünkü çöp tenekesinin içi ve kenarı kitap doluydu.. Yaklaşık 30 kadar olan kitapların kapaklarından eski tarihli okunmuş kitaplar olduğu anlaşılıyordu. Tahmin edileceği üzere, biraz önce tüp taktığım evdeki emekli öğretmene aitti kitaplar…
Sanırım öğretmenin eşi, eşinin ölümünden sonra kitapların kendi işine yaramayacağını düşünmüştü. Ya da o kitapları her gördüğünde, akşamları sedirin üzerinde kitap okuyan eşini anımsıyor ve duygulanıyordu...
Gerekçe ne olursa olsun, kitaplar çöp tenekesindeydi ve ben onları orada bırakamazdım.
Kitapların bir kısmı TÖS, yani ‘Türkiye Öğretmenler Sendikası’ yayınlarıydı.. Tarihler ise 1960 - 1970’leri gösteriyordu...
30 kadar kitabı mobiletle taşımak kolay iş değildi. Üstelik yağmurun da düşmeye başladığı o anda…
Ama ben götürdüm…
Yönümü işyerime değil Eğitim-Sen Milas Temsilciliğine doğru çevirdim..
Çünkü ‘Hoca’nın Türkiye Öğretmenler Sendikası yayınlarından olan kitaplarının, sendikanın daha çok işine yarayacağını ve arşivin Eğitim-Sen’de olmasının doğru olacağını düşünmüştüm… Dükkanıma dönerken yağmur hızlanmıştı. Ama kitapları sendikaya teslim etmekle iyi bir iş çıkardığımı düşünmenin keyfiyle yağmur umurumda bile değildi..
Aradan geçen yıllarda, yolum sendika binasına düştüğünde gözlerim merakla ‘Hoca’nın o kitaplarını aradı. Ama yoktular. Galiba benim o gün taşımaya üşenmediğim kitapları ilgili arkadaş -her kimse- korumaya üşenmişti.
Açıkçası hâlâ içimin sızladığı bir konudur bu. Neyse..
O gün bende kalan 5-10 kitap kitaplığımdaki yerini aldı..
O kitaplardan biri, bugün bu yazıyı yazmama olanak tanıyor.
Üzeri siyah harflerle basılmış, kırmızımsı renkte kapağa sahip olan dergi büyüklüğündeki kitap 1932 tarihliydi..
Kitabın/derginin ismi “Hukuk Bilgileri Mecmuası” idi… Bu ismin hemen altında da yazarının adı yazıyordu: Milaslı Gad Franko.
Daha önce ismini hiç duymadığım Milaslı Gad Franko ile çöp tenekesinden çıkan ‘Hoca’nın kitapları sayesinde tanışmıştım..
İsminden Gad Franko’nun bir dönem Milas’ta yaşayan Yahudi yurttaşlarımızdan biri olduğu çıkarsamasında bulunmuştum.. İlerleyen yıllarda bu tahminimin doğru olduğunu öğrenecektim.. Milaslı Gad Franko’nun, Hukuk Bilgileri Mecmuası’nın vefat eden emekli hocanın kütüphanesinde bulunuş nedeni; hukuksal bir gereksinimden mi yoksa bir şekildeki komşuluk ilişkisinden mi ya da raslantı sonucu mudur bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, o da hocanın sayesinde Milaslı Gad Franko ile tanışmış olmam.
İzmir, İstanbul gibi büyük kentlere gittiğimde en büyük eğlencemin sahaf sahaf dolaşmak olduğu gözönüne alınırsa eğer, bu eğlencelerimde Milaslı Gad Franko ile karşılaşmalarımın çoğaldığı tahmin edilebilir..
Çünkü hukuk mecmuasının yıllarca aylık yayınlanmış olması çok sayıda mecmuanın varlığı anlamına geliyordu ve bu nedenle ben onlarla hemen hemen her sahafta karşılaşmaya başlamıştım.
1925’li yıllarda Osmanlıca basılan mecmua, 1930’lu yıllardan sonra Türkçe yayınlanmış.
Sonraki yıllarda, Milas’ın bir dönemini aktaran bütün yayınlarda hemşehrim Gad Franco’yu arar oldum... Karşılaştım da…
Bunlardan ilki Doç. Dr. Melek Çolak’ın 2003 yılında yayınlanan “Milas Yahudileri” adlı kitabın “Milas Yahudi Cemaatinin Yetiştirdiği Seçkin Kişiler” bölümündeydi..
Nevzat Çağlar Tüfekçi’nin 2005 yılında yayınlanan “Milas, Kentimiz; Sevdamız ve Hüznümüz Bizim” adlı kitabının Milaslı Ünlüler bölümünde de karşıma çıktı Gad Franko…
Ama bu iki değerli kitaptan sadece “Milaslı Gad Franko kimdir?” sorusuna yanıt alabiliyordum...
Milaslı Gad Franko’nun yaşamının “öteki” yanı 2006 yılında Birgün gazetesinde usta gazeteci Nazım Alpman’ın köşesinde karşıma çıkacaktı…
Nazım Alpman, “Başvekil” başlıklı yazısında Milaslı Gad Franko’dan söz ediyordu... Kaynakça olarak da o yıl, yani 2006’da yayınlanan Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” kitabını gösteriyordu..
Eh, haliyle de Gürkan Hacır’ın Efe Başvekil kitabını okumak benim için kaçınılmazdı.
Kitap, bir dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu’nun yaşam öyküsünün nehir roman tarzında aktardıldığı bir kitap… Bir solukta okunuyor.
Gürkan Hacır’ın titiz çalışması, Türkiye tarihinin bir döneminin perde arkasını önümüze seriyor... Akıcı dille kaleme alınan kitapta, adeta Şükrü Saracoğlu ile birlikte, Çakırcalı Mehmet Efe’den Kurtuluş Savaşı’na, ilk meclisten Atatürk’ün sofralarına, Fenerbahçe’den 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyorsunuz...
Ama konumuz bu değil elbette…
Milaslı Gad Franko’nun yaşam öyküsünde taşlar yerine oturmuştu artık…
Gad Franko, 1881 yılında Milas’ta dünyaya gelir. Evin en büyük çocuğudur... Babası sonraları Çanakkale’de, Çanakkale Hahambaşı olarak görev yapar. Gad Franko, Milas’ta başlayan eğitimine Rodos’ta devam etmiştir.. Rodos Türk Koleji’ndeki eğitiminden sonra, Milas’a dönmüş. Milas’taki Musevi Mektebi’ni yönetmiştir. 1902 yılında İzmir’e yerleşen Gad Franko, hukuk eğitimi almaya başlamış..
Milaslı Gad Franko, İzmir’de “Ahenk” ve “Hikmet” isimli Türk gazetelerinde yazılar yayınlarmış.. Bir süre “El Nuvelista” gazetesinin yöneticiliğini yapmış..
İzmir’de bulunduğu sürece sosyal yaşamı üst düzeyde olan Milaslı Gad Franko, İzmir Sultani’de yani şimdiki adıyla ‘lise’de Fransızca öğretmenliği yapmış… Gad Franko, bu Fransızca öğretmenliğine bir süre sultani de devam etmiş.. Öğrencilerinden yaklaşık 6-7 yaş büyük olan Fransızca öğretmeni Gad Franko, Sultani öğrencileri tarafından çok sevilmiş.. Bu sevgi Gad Franko’nun sadece sempatik davranışları ve sosyal konumundan kaynaklanmıyor..
İlginç ve farklı düşüncelerini öğrencileriyle paylaşmaktan çekinmeyen genç Fransızca öğretmeni, isminin de “Milaslı Gad Franko” olarak söylenmesinden büyük keyif alıyordu..
1900’lü yılların başında sancılı yıllar yaşayan Osmanlı’nın İzmir’inde, Sultani’de ders veren “Osmanlı’nın birliği ve Türk nüfusunun etkinliğini” savunan Milaslı Gad Franko öğrencilerine şunları söylüyordu; “Osmanlı’yı kuran ve yüzyıllar önce Musevilere kucak açan millet Osmanlılar ama özellikle de Türklerdir. Ve yapılan bu büyük iyilik unutulmamalıdır.. Bu topraklarda ayırt edilmeden yaşıyorlarsa bu toprakların asıl sahiplerine de saygı gösterilmelidir.”
Elbette bu düşünceleri Rum ve Ermeni cemaatlerine hoş gelmese de, Milaslı Gad Franko yaşamı boyunca bu düşüncesini savunacaktı… Ama bu düşüncelerinden dolayı Türk öğrencileri tarafından çok seviliyordu..
Kendisi azınlık olmasına karşın, çoğunluk haklarını savunuyordu..
İzmir Sultanisi’nde, Osmanlı milliyetçiliği, yirmili yaşlardaki bir Musevi sayesinde genç Osmanlı öğrencilerine öğretiliyordu…
İzmir Sultanisi’nde öğrencilerin favori öğretmeni, sosyal kişiliği, sempatik tavırları ve bu düşüncelerinden dolayı Milaslı Gad Franko’ydu…
Fransızca öğretmenine saygı ve sevgi besleyen, onu gördüğünde önünü iliklemek için çaba sarf eden öğrencilerden biri de Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü’dür..
Yani yıllar sonra Türkiye’nin başbakanlığını yapacak olan Şükrü Saracoğlu’dur..
İzmir Sultani’deki Fransızca öğretmenliğinden önce, Hamidiye Musevi Mektebi’nde Türkçe ve Fransızca öğretmenliği yapan Milaslı Gad Franko, sonraki yıllarda İstanbul’a yerleşir..
İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitiren Franko, doktorasını hazırlayıp Paris’te Hukuk Fakültesi’nde savunmasını başarıyla gerçekleştirir ve Hukuk Doktoru olur..
Hukuki Bilgiler Mecmuası’nı 13 yıl yayınlayan Gad Franko “Kanun-u Medeni Rehberi” ve “Paranın İstikrarı” kitaplarını yayınlar..
Artık Milaslı Gad Franko Türkiye’nin en iyi avukatıdır…
Ama tarihler 1940’lı yılları gösterdiğinde, Gad Franko’nun yaşamında değişmeler olacaktır. 2. Dünya Savaşı yıllarında hükümet, savaş yıllarının ekonomik sıkıntılarını aşmak için 11 Kasım 1942 tarihinde aldığı kararla yeni vergi düzenlemeleri çıkarır..
Varlık Vergisi adını taşıyan bu düzenleme, tamamen etnik ayrımcılığı taşımaktadır.. Artık “ulusal sermayeyi” oluşturmak için çıkarıldığı belli olan Varlık Vergisi, azınlıklara yaşam hakkı tanımıyordu..
Azınlıklara çıkarılan yüksek oranlı Varlık Vergisi Kanunu’nda, vergiyi ödemeyen azınlık yurttaşların Aşkale çalışma kamplarına gönderileceklerinin belirtildiği bir madde de vardı ..
5 Ağustos 1942’de Başbakan, Meclis kürsüsünden hükümet programını açıklarken şöyle diyordu; “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü olarak kalacağız.”
Başbakan gazetelere verdiği demeçlerde “Kanunun hassasiyetle uygulanacağını, bugüne kadar savaş ortamının nimetlerinden ve bu memleketin misafirperverliğinden faydalanarak halkın sırtından rahat bir hayat sürenlerin tüm şiddetiyle cezalandırılacağını …” gibi sözlerle hem varlık vergisini savunuyor hem de ‘cezalandırmak’tan söz ederek hukukun bittiğini göstermiş oluyordu..
Dönemin başbakanının ismi; Şükrü Saracoğlu’dur. 1900’lü yılların başında İzmir Sultani’de Milaslı Gad Franko’nun öğrencisi olan Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü…
Bir azınlık olmasının yanısıra bir de hukukçu olan Milaslı Gad Franko, kanunu etnik ayrımcılık yapmasından dolayı eleştirir.. Bu yasanın baştan sona hukuksuz olduğunu ve devletin vatandaşlar arasında ayrımcılık yaptığını savunur.. Ve düşüncelerini her yerde söyler..
Ancak kendisine çıkarılan 375 bin liralık varlık vergisini engelleyemez..
Milaslı Gad Franko, kendisine çıkarılan vergiyi ödemek için Vaniköy’deki arsasını satar, Şişli’de oturduğu evin bütün eşyalarını satar, Galata’da sahip olduğu Bahtiyar Han’ı ipotek ettirip 100 bin lira denkleştirip maliye’ye yatırır.. Ancak yine de vergiyi karşılayamaz.. Galata’daki Bahtiyar Han’ı satmayıp ipoteke vermesinin nedeni Varlık Vergisi Kanunu’nun 12. maddesinde belirtilen ‘mükelleflerin 15 gün içinde vergiyi yatırmaları’ koşuludur…
Ve bu 15 gün içinde Bahtiyar Han’ı satamaz.. Artık, Milaslı Gad Franko’ya da vergiyi ödeyemeyen diğer azınlık yurttaşlarla birlikte Aşkale yolu gözükür… Devletin, vergisini ödemeyen yurttaşlara verdiği ceza budur çünkü…
Aşkale’de yani Kop Dağı eteklerindeki çalışma kamplarında taş kırmak ve kar küremek..
Milaslı Gad Franko kırgındır…
1943 yılının Ocak ayında Haydarpaşa Garı’ndan Aşkale’ye gidecek olan trenin içindeki 32 kişilik ilk kafilede Milaslı Gad Franko da bulunmaktadır..
Trendeki duyguyu ve Gad Franko’nun “Milas”a verdiği önemi çok iyi yansıttığından dolayı Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” isimli kitabından birkaç paragrafı sizlerle paylaşmak isterim;
“... Elindeki kocaman çıkını yere bıraktı.
Moda’daki toplama yerinden beraber getirildiği arkadaşlarının biraz ötesinde duruyordu. Bıçaktan, usturadan beter bir soğuk vardı. İstasyonun mermer zeminini ışıl ışıl parlatıyordu. Sanki ilk defa geliyormuş gibi şaşkınca sağına soluna bakınıp, şapkasını kulaklarının üstüne doğru çekti. Trene binene kadar sigara yakmaya niyetlendi ama sonra vazgeçti. Soğuktan kamaşan ellerini eldivenlerin üzerinden hohlayarak nefesiyle ısıtmaya çalıştı.
Apar topar hazırlanmış zavallı çıkınına baktı. Neler koymuştu içine karısı. Üç beş çamaşır, iki kazak bir pantolon… Hele ‘yanına gömlek kravat koyayım mı?’ demesi… İçinden acı acı güldü. Bir küçük yastık her zaman gerekir. En kalın ayakkabılarını zaten ayağına giymişti.
Halen içinde bir umut vardı. Halen bir son dakika haberi gelebilirdi. Sadece o değil, kafiledeki tüm arkadaşlarının içinde bu umut vardı. Bu bir şakaydı diyeceklerdi, bu bir şaka. Hadi evlerinize dönün!
Kimsenin inanmak istemediği kötü bir şaka!
Kafile sorumlusu Emin Kalafat’ın “Hadi beyler trene!” sözü soğuktan beter kesti yüreğini. Çaresiz çıkınını omuzladı. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Büyük bir hayal kırıklığı, şaşkınlık ve korku vardı içlerinde.
Kendine kompartıman ararken kondüktörle burun buruna geldi.
- Biletin beyim.
Ters ters suratına baktı. Kompartımana girerken küfreder gibi cevap verdi:
- Ne bileti!
Kondüktör şaşırmıştı ama ses etmedi.
Elindeki çıkını yere fırlattı. Pencere kenarına oturdu. Çaresiz ve yorgun gözlerle dışarıyı seyrediyordu. Gözyaşı dökenler, sarılıp ayrılmak istemeyenler, son bir kez daha çantaları yoklayıp içine bir şeyler tıkıştırmaya çalışan kadınlar.
O, kimse gelsin istememişti. Kafilenin en yaşlısı olarak düştüğü bu duruma kimsenin tanık olmasına içi elvermemişti. ‘Hazırlarsın bohçamı çeker giderim’ demişti karısına. Çocuklarına bile son kez öpüp sarılmadan gidiyordu.
Avukat Şekip girdi kompartımandan içeri.
- Eveeeet bakalım Milaslı! Aşkale’yi de görmek varmış kaderimizde, diyerek elindeki bavulu ortaya bıraktı.
Diğer elindeki küçük çantayı da bagaj rafına yerleştirdi. Milaslı’nın karşısındaki koltuğa oturup derin bir soluk aldıktan sonra yolculuklarına ev sahipliği yapacak kompartımanı şöyle bir inceledi. Sonra iç geçirip laf attı.
- Bak senin şu muhterem talebenin işine! Görüyor musun başımıza neler açtı. Olmaz dedik, yapamazlar dedik, son dakika vazgeçerler dedik ama bak koyulduk yola gidiyoruz işte!
- Başlama gene Şekip, diye kestirdi Milaslı.
Şekip kollarını ovuşturup ısınmaya çalıştı.
- Uuuf ne soğukmuş içerisi yahu! Ben sıcak olur dedim ama…
Baksana, diyerek Şekip’e donmuş boruları işaret etti. Şekip yine de teselli arar gibi mırıldandı:
- Herhalde hareket edince ısınır!
Tren kalkmak üzereydi. Kafile sorumlusu Emin Kalafat son kez kompartımanları kontrol ediyordu. Elindeki listeye bakıp kafasını içeri uzattı.
- Avukat Şekip Adut ve Gad Franko değil mi?
Şekip düzeltti:
- Evet doğrudur ama sadece Franko değil, Milaslı Gad Franko.
- Tamam tamam. Meşhur Milaslı avukat Gad Franko.
- Evet ya meşhur Milaslı avukat!”
Ve Aşkale treni Haydarpaşa Garı’ndan kalkmıştır.. Trenin içinde, Varlık Vergisi’nin yaratıcısı Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun öğrenciliğinde elini öptüğü 62 yaşındaki öğretmeni Milaslı Gad Franko da vardır.
Trenin içinde ayrıca Tasvir Gazetesi’nden deneyimli gazeteci Feridun Kandemir de bulunmaktadır. Varlık Vergisi mağdurlarını taşıyan trende gazeteci Feridun Kandemir’in bulunuş amacı, trendeki izlenimlerini, trendeki söyleşilerini Tasvir Gazetesi’nde gün gün yayınlamaktır..
Yayınlar da…
Gazeteci Kandemir kompartıman olarak Milaslı Gad Franko’nun kompartımanını tercih eder..
Çünkü Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun öğretmeni Milaslı Gad Franko’nun düşüncelerini merak ediyordur…
Gad Franko’nun sözleri kırgındır…
“Bizlere bunu layık gören devlet daha neler yapar kimbilir? Oysa biz neler istedik devlet için. Türklüğü, Türkçülüğü hâkim kılmak için ne mücadeleler verdik. ‘Vatandaş Türkçe konuş’ kampanyalarına varıncaya kadar. Vergi verdik, askere gittik. Burayı yurt belledik namus saydık, daha ne vereceğiz? Canımızı istiyorlarsa onun da kolayı var. Assınlar bizi! Yok bizi tümden göndermek istiyorlarsa ağlayarak da olsa çeker gideriz. Kalbimize gömeriz yurt aşkımızı. Ama böyle gururumuzla oynamak, suçlu gibi trenlere doldurup koyun gibi dağlara göndermek!… Ağrıma giden bu, Şekip! Bu mudur devletin bizde kalan alacağı! Kıralım taşları, küreyelim karları kurtulacaksa devletimiz, onu da yapalım!”
Tasvir Gazetesi’nde yayınlanan yazılar, Şükrü Saracoğlu hükümetini rahatsız eder.. Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun isteği üzerine, gazete Feridun Kandemir’i geri çeker..
Milaslı Gad Franko, gazeteci Feridun Kandemir ile vedalaşırken Başbakan Şükrü Saracoğlu’na şu sözlerini iletmesini rica eder..
“Bakınız Feridun Bey… Eğer Saracoğlu’nu görürseniz şu mesajımı lütfen iletiniz.. Bir devlet vatandaşının her şeyini isteyebilir. Hatta canını bile isteyebilir. Ama olmayan şeyi isteyemez!.. Lütfen bu sözümü ona duyurunuz..”
Gazeteci Kandemir, Gad Franko’nun sözlerini Başbakan’a iletebilmek için 3 kez randevu talebinde bulunur.. Ancak Başbakan Şükrü Saracoğlu randevu vermez..
Aşkale’de zor günler bekler Gad Franko’yu..
Taş kırmanın, kar küremenin yanısıra ünlü hukukçu, çalışma kampında ihtiyacı olanların dilekçelerini yazarak, yani arzuhalcilik yaparak 25 kuruş almak zorunda kalır…
Sürgün biter… Ama bu kez İstanbul’da zor günler beklemektedir Aşkale yolcularını… En büyük zorluğu da Milaslı Gad Franko çekecektir…
Her şeyden önce onuru kırılmıştır.. Ticari itibarını kaybetmiş, ekonomik sıkıntı içine girmiştir..
Galata’daki ünlü Bahtiyar Han’ı satmış olmasına karşın borçlarını ödeyemez.. Alacaklıları İstanbul Barosu’na şikayet eder.. Ancak İstanbul Barosu, Gad Franko’dan yana tavır alarak cezai bir durum olmadığını söyler.. Bütün gayrimenkullerini satmasına karşın alacaklılardan kurtulamaz…
Bir alacaklısına yazdığı mektupta şöyle yazar Milaslı Gad Franko;
“Alacaklılarımın hiçbirinin bana borçlarımı hatırlatmasına lüzum yoktur. Gece ve gündüz düşünüyorum ancak maalesef işlerim umut ettiğim şekilde gelişmiyor. Varlık Vergisi zamanında en az 150 bin sterlin tutarındaki servetimi kaybetmekle kalmadım, borçlandım da…”
Eski gösterişli günlerinden uzaklaşır, dostlarını kaybeder.. Eskiden hergün gittiği, müdavimi olduğu Büyük Kulüp’e arada bir gitmeye başlar... Milaslı Gad Franko bir gün Büyük Kulüp’te yemek yerken Başbakan Şükrü Saracoğlu gelir... Kulüpte canlanma olur.. Herkes ayağa kalkar, saygı gösterisinde bulunur. Dipteki masalardan birinde oturan Gad Franko hiç istifini bozmadan yemeğini yemeye devam eder..
Bu durum görevlilerin gözünden kaçmaz..
“Mösyö Franko, Başbakan geldi görmediniz mi?” diye uyarırlar.
Franko’dan gelen “gördüm” yanıtı üzerine “o halde neden ayağa kalkmadınız?” diye üsteler görevliler..
Milaslı Gad Franko’nun “hırs, öfke ve tüm birikmiş kiniyle” verdiği yanıt çok nettir:
“Böyle icap etti…”
...
Milaslı Gad Franko 12 Ağustos 1954 tarihinde 73 yaşında İstanbul’da ölür..
Cenazesi Neve Şalom Sinegogu’nda düzenlenen tören sonrası Arnavutköy Musevi Mezarlığı’na defnedilir..
Yani Milaslı Gad Franko vatanında yatmaktadır...
...
Bu yazıya gelince; Milas’ın renkli geçmişinin yerel basında sıkça yeraldığı bugünlerde, Milaslı olmanın keyfini isminde taşımak için büyük özen gösteren hemşerimiz “Milaslı Gad Franko” ile tanışmanızı istedim.
Formun Üstü
Formun Altı
Formun Üstü


16 Ekim 2016 Pazar

MİLAS'TA MUSEVİ İZLERİ!


Milas'ta Yahudi Mahahallesi olarak bilinen Hoca Bedrettin Mahallesi Park Caddesi üzerinde, madenci Nisim Tarika'ya ait evden geriye kalan kapı. Kapının üzerine İbranice bir yazı ve Yahudi takvimine göre, belli ki binanın yapım tarihi olan, 5640 rakamı yer almaktadır. 




14 Ekim 2016 Cuma

DAVİD LEVİ VE ONUN MİLAS'I

David Levi, Milas doğumlu bir Musevi. milas-mylasa.blogspot.com'da "Sözlü tarih-Kazım Bencik"in anlattıkları üzerine o da Milas'la ve o yazıyla ilgili duygularını facebook'ta şöyle dile getirmiş:
David Levi: ahhhh...ne guzel bir yazi...Kazim Bencik efendinin bahsettigi Jack Levi Benim babamdir....yazdiklari cok dogru, citten manufatura magazamiz butun sene veresiye verirdi ve koyluler urunlerini sattiklarinda paralarini alir almaz ilk durak babamin dukkani idi ve borclarini aninda oderlerdi. Bu tam manasi ile karsilikli guven ve dayanismanin bir ornegi idi..Manufarura dukkanimizin belki 30-40 koyunden musterileri vardi, bir figrist ile koy ve adam ismi ile hesaplari bulunudu..eh gidi gunler hey...ben butun bunlari cocuk olarak dukkanda gorurdum..bukadar guven ve saygi anlatilmasi imkansiz bir sey..Babam koylulere su pompalarini almaya yardim ederdi , o gunlerde ilk kuyu pompalarini koye sokmak bir inkilapti , pompalar calistirildiginda butun koyluler etrafinda toplanirlardi...pompalar dizeldi..ki daha eletrik yoktu koylerde...Bu sekilde pamuk tarimi ilelrlemeye basladi..ki pamuk cok su isterdi..Amcam Milasa ilk defa Jambach isimli dizel pompalarini getirdi ve koylulere kredile satmaya basladilar, versiye..paran olunca odersin seklinde..Daha sonra Milasa ilk defa NOVAK adli lambali radyoyu getirdiler pille calisan bu artik bir yenilik idi,,yine veresiye , urun paralarini aldiklarinda oderlerdi...Murat beyden bahsediliyir...Murat bey vefat ettignde cenazasi icin Milasa bando getirdiler , ilk defa bandolu cenaze merasimi yapildi biz o zaman daha cocuktuk ...Cenaze butun Milasi catte catte gezdi...sonra Sus yoluna geldiler...Butun Milas MURAT BEYIN cenazesine katildi..Koyluler Sali pazarina geldiklerinde babama kendi yaptiklari tereyagini, bali, zeytini, peyniri( cokerek peyniri) , tavuk, yumurta getirilerdi, ki bunu hediye diye vermek isterllerdi , babam yinede onlara haklari olan parayi pesin oderdi veya para almak istemiyenlere dukkandan birkac metre basma veya buna benzer manufatura verirdi, ki koylulerin babama olan sevgisi, saygisi anlatilamaz..Cocuklarini Izmire Liseye yollardi okumalari icin, ki bunun icin onlari gitmesi gereken yerlere yollamak uzere yol gosteriridi, ,,daha sonra universiteye veya teknik okula gitmelerine yardim ederdi...karsilikli guven ve sevginin siniri yoktu.." E cak efendi sen bilirsin sen ne luzunsa yap , sen bilirsin " derlerdi, pek cok genc bu sekilde yuksek tahsille gitmeye baslamismisti..Genc cocuklar izine geldiklerinde ilk ugradiklari yer bizim magaza idi ve babamin elini opmek isterlerdi..ki bu onlarin bir tesekkuru ve saygi gosterisi idi..ki daha pek cok guzel hatiraalar varki bunlari dile getirmek zor....

David Levi: Ilk su pompalari geldiginde, arteziyen acilirdi ve tarla boyunca ariklar yapilirdi..ki tarladan tarlaya ariklarla su yollanirdi..koyluler aralarida su yollama zamanina gore hesaplasirlardi ki dizel pahalli bir yakitti..biu sekilde ilk pamukculuk Milas yoresinde basladi...Pamuklar cuvallarla geldiginde, birinci el, ikinci el, benekli , bir benekli , iki benekli diye degerlendirilirdi ona gore aninda hesaplari kesilir ve pesin odenirdi..Parasini alan koylu once gidip tuccarlara olan borclarini oderlerdi..defterler acilir ve hesap gorulurdu...

David Levi: Dugun oldugunda her iki tarafin kadinlari dukkana gelir ve otururlardi, her birisi icin teker teker basma cikarilir 4-5 metre uzunlugunda kesilirdi.. taa ninelerden baslayip en gencine kadar teker teker yeni entarileri kesilirdi, tabii genc damat ve babalari icin de kumas secilirdi...Terzi dukkana cagirilir dukkanda olculer alinir kumaslar terziye verilirdi...o zaman konfeksiyon diye bir sey yoktu, her sey terzide dikilirdi.. Babam herkesin dugun giyimini teker teker gozden gecirir ve herkesi memnun ederdi.. ki koylunun babama olan guveni sonsuzdu... taa kullanacakları mendile kadar hersey dukkandan veresiye verilirdi..deftere yazilirdi...tutun, pamuk, zeytinyagi satildiginda gelirler borclarini oderlerdi...Guven, sevgi, hurmet inanilmiyacak kadar buyuktu..Bazen koyluler evimize gelirler ve gece bizde yatarlardi ki ertesi gun Milas’ta yapilacak isleri vardi..ki ozamanlarda Milasta otel yoktu, tek yatilacak yer Caputcu hani idi, koylu kadinlar orada kalamazlardi, cozum yolu onlari eve getirmek ve agırlamakti, sanki ailemizden biri gibi..Misafir odasi acilir, yer yataklari yapilir ve koyluler elbiseleri ile yatarlardi..sabah kahvaltisindan sonra gidecekleri yere giderlerdi..ki karsilili sevgi oyle yoktan cikmamisti..ki koyluler cok temiz ve iyi insanlardi, kibarliklari, cekingenliklerini, anlatmaya imkan yok..sanki her biri melek gibi insanlardi,,,ben bunlari hep hatirlarim... onun icin Milas bizim icin degeri buyuk olan bir yer, hatiralarimizin unutulmasina imkan yok, ki bugunki gunlerde bu tip dostluklari bulmak zor....



3 Yorum
Yorumlar
Alegre Estroti biz de Çanakkale de benzer şeyler yaşadık...babamın işi hep köylülerle idi....."küçük şehrin mutlu insanları"idik......
Donna Benyakar Baska bir dunya gibi. Kac nesil Milastaydiniz David bey. Insan iliskileri cok guzel
Harun Özizer Okuyunca insanın gözünün dolmaması elde değil yüreğine sağlık üstad


...

13 Ekim 2016 Perşembe

KARİKATÜRİST İZEL ROZENTAL’IN MİLAS İZLENİMLERİ

Milas ve Yahudiler



Hoşlanmadığım bir sorudur: “Karikatür mü çiziyorsun, hangi gazetede?”  Hadi bakalım, cevap ver! Şalom desem, nerede satılır diye sorarlar… “Cemaat gazetesidir, Yahudilerindir, tirajı azdır, bayilerde bulunmaz” desem, dudak bükerler… Konuştuğum Milaslıların yaklaşımı ise oldukça farklıydı. Şalom için çizdiğimi öğrenenler gururla Milas’taki Yahudi yaşamından ve kültüründen söz ettiler. 1960’lara kadar burada 300 aileden oluşan bir Yahudi cemaati yaşamış. Bazıları İsrail’e, bazıları İzmir’e -İstanbul’a göç etmiş, Milas’ta bugün hiç Yahudi kalmamış. Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat bu göçü ekonomik nedenlere bağlıyor.  Yoksa kentte Yahudilere baskı hiçbir zaman söz konusu olmamış. Tokat’ın tanıdığı son Yahudi bir doktormuş. O da 80’lerde ayrılmış Milas’tan. “Onun için yaşam zordu, cemaatinden hiç kimse kalmamıştı; Yahudiler bir arada yaşamaya alışkındır” tespitinde bulunuyor, ayrılma nedenini sorduğumda.

Araştırmacı-Yazar Nevzat Çağlar Tüfekçi, halen Milas’ın tarihçesini kaleme almayı sürdürüyormuş. O da Yahudilerle yakından ilgili. Bu konuda bolca araştırma yapmış. Milas, eski çağlarda Karia denilen ve Yahudilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgenin başkentiymiş. Zaten Milas’ın bir önemli özelliği de isminin ta Bizans döneminden günümüze hiç değişmeden gelmesidir. Milas’ta Yahudi nüfusu Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra artmış. 19.yüzyıl sonlarında kırk-elli kişiden oluşan Yahudi cemaati, Rodos ve diğer Yunan adalarından gelenlerle birlikte bini aşmış… Milas Yahudilerinin eğitime verdikleri önem hâlâ dillerde… Tarihçi Prof.Dr. Melek Çolak, “sinagogun hemen yanındaki Musevi Mektebi’nde 1908 yılında 95 öğrenci mevcuttu” diye yazıyor akademik çalışmasında. Ayrıca Avram Galante’nin ‘Histoire des Juifs de Turquie’ adlı eserinde “Kızlar Okulu” diye belirttiği bir bina daha varmış.  Galante’ye göre bireylerin eğitimin yararlarını benimsemesi Milas Yahudi Cemaatini “doğunun ilkleri” arasına sokmaktaydı. Alliance Israelite Universelle’inkomite merkezine gönderdiği bir raporda da Milas Yahudilerinin eğitime verdikleri önem vurgulanmış. (1)(2)

Tüm bu bilgilerle donandıktan sonra ‘merak virüsü’ ister istemez insanı etkisi altına alıyor. Akşama doğru, hava serinleyince, Ersin Yeniceli, Mehmet Nergiz ve kıdemli bir grafik tasarımcı olan Bülent Örkensoy’un rehberliğinde kentte minik bir arkeolojik gezi gerçekleştiriyoruz. Önce, Karikatürlü Ev’in hemen bitişiğindeki Çöllüoğlu Hanı’nı geziyoruz. Yaklaşık 300 yıllık bu tarihi kervansarayın restorasyon çalışmalarının yıl sonuna kadar bitmesi bekleniyor. Buranın aslına uygun olarak bir han ve konaklama merkezi olarak işlev görmesi planlanmış. 

Yahudi mahallesi ve mezarlığı
İkinci durağımız Uzunyuva ve Hekatomnos Lahti. Bütün turistlerin yaptıkları gibi ben de sütunun tepesinde yuva yapmış olan leylekleri fotoğraflamaya çabalıyorum. 2.400 yıllık bu tarihi mezarın az ilerisinde eski Yahudi Mahallesi başlıyor. Ersin Yeniceli’nin verdiği bilgiye göre zamanında bu bölgedeki evlerin tamamı sarı boyalıymış. Bu mahalleyi restore edip korumaya almak da şimdilerde Milas Belediyesi’nin projeleri arasında. Ama öncelik Yahudi Mezarlığı’nda! 
Halikarnas Mozolesi’nin Roma dönemi kopyası olan Gümüşkesen Anıtı ile Baltalı Kapı’yı da gördükten sonra, son durağımız ve asıl merak konumuz olan Yahudi Mezarlığı’na yöneliyoruz. Milas Belediyesi gerçekten burayı tam bir koruma altına almış. Arazi tertemiz, bazı taşlar servet avcılarının gayretiyle (!) yerlerinden oynatılmışsa da, çoğu hasarsız yerli yerinde duruyor. Besbelli ki belediye yetkilileri buranın manevi değerinin bilincindeler. Nitekim Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat da, görüşmemiz esnasında bu mezarlığa verdikleri önemi vurgulamadan edemiyor. Mezarlığı baştan tanzim etmek, açıklama levhaları yerleştirmek istiyorlar ama bilgilerinin kıt olmasından yakınıyor, İbraniceyi çözemediklerinden hata yapmaktan çekiniyorlar. Bu konuda İzmir Yahudi Cemaati’yle bir iki kez temas kurulmuşsa da ne yazık ki müspet sonuç alınamamış. Başkan bu konuda hem duyarlı, hem de çok istekli. Yahudi kültürünü Milas uygarlığının ayrılmaz bir parçası görüyor ve Yahudi Mezarlığı’nı düzenlemek için can atıyor. Turhan Selçuk Evi’ne dönüşen Hacı Ali Ağa Konağı’nı, 1920’li yıllarda Milas’a davet edilen Macar ustalarca yapılan Macar Evleri’ni, halen restorasyon çalışmaları süren Çöllüoğlu Hanı’nı gözlerimin önüne getirince Muhammet Tokat’ın bu heyecanına ortak olmaktan kendimi alamıyorum. Umarım toplumumuzun bu konuda çok duyarlı olduğunu bildiğim bazı yetkilileri bir an önce bu çağrıya cevap verirler.

Bana gelince, bundan böyle benim için artık Bodrum’dan önce Milas diye bir ara durak yok artık. Tam aksine, Milas başlı başına gidilecek, kalınacak çok zengin bir uygarlık merkezi. Üstelik laf aramızda, Tuzla’daki (Bargilya) salaş balıkçı lokantaları bir başka güzel!

1- Milas Yahudileri ve Eğitim: Talmud Tora’dan Alliance Israelite Universelle’e (1851-1934) -Melek Çolak / Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 2004/Cilt 21/Sayı 1
2- Milas Yahudileri - Melek Çolak / Milas Belediyesi Kültür yayınları No:3, Ümit Yayıncılık, Ağustos 2003.