MİLAS YAHUDİLERİ
Milas'ta iz bırakmış topluluklar...
7 Aralık 2016 Çarşamba
29 Ekim 2016 Cumartesi
MİLASLI GAD FRANCO...
Güzel Milas yazıları ile tanıdığımız hemşerimiz Hüseyin Avni Kunduracıoğlu'nun, Milaslı Gad Franco ile ilgili yazısını, izniyle, paylaşıyorum... Güzel bir yazı. Bu yazıyla, uzaklardaki Milaslı Musevi hemşerilerimize Milas'tan selamlarımızı gönderiyoruz.
(Blog editörü Nevzat Çağlar Tüfekçi)
xxx
“Hoca’ya...”
Bilenler bilir, yaşamımın bir
döneminde tüp bayiliği yaptım. Tüp bayiliği servise dayalı bir meslektir.
Birçok bölgede olduğu gibi Milas’ta da tüpü aboneye daha hızlı ulaştırabilmek
için taşıma aracı olarak mobiletler kullanılır.
Yıllar önce; bir süre önce yaşamını
yitirmiş olan bir emekli öğretmenin eşi tüp istedi. Mobiletin selesindeki tüpü
Hayıtlı mahallesindeki eski Milas evlerinden birinde oturan öğretmenin evine
götürdüm..
Havanın ha yağdı ha yağacak olduğu
bir gündü. Eve tüp servisini yaptıktan sonra sokak kapısını kapadım. Tam o
sırada sokak kapısının önündeki çöp tenekesi dikkatimi çekti. Çünkü çöp
tenekesinin içi ve kenarı kitap doluydu.. Yaklaşık 30 kadar olan kitapların
kapaklarından eski tarihli okunmuş kitaplar olduğu anlaşılıyordu. Tahmin
edileceği üzere, biraz önce tüp taktığım evdeki emekli öğretmene aitti
kitaplar…
Sanırım öğretmenin eşi, eşinin
ölümünden sonra kitapların kendi işine yaramayacağını düşünmüştü. Ya da o
kitapları her gördüğünde, akşamları sedirin üzerinde kitap okuyan eşini anımsıyor
ve duygulanıyordu...
Gerekçe ne olursa olsun, kitaplar
çöp tenekesindeydi ve ben onları orada bırakamazdım.
Kitapların bir kısmı TÖS, yani
‘Türkiye Öğretmenler Sendikası’ yayınlarıydı.. Tarihler ise 1960 - 1970’leri
gösteriyordu...
30 kadar kitabı mobiletle taşımak
kolay iş değildi. Üstelik yağmurun da düşmeye başladığı o anda…
Ama ben götürdüm…
Yönümü işyerime değil Eğitim-Sen
Milas Temsilciliğine doğru çevirdim..
Çünkü ‘Hoca’nın Türkiye Öğretmenler
Sendikası yayınlarından olan kitaplarının, sendikanın daha çok işine
yarayacağını ve arşivin Eğitim-Sen’de olmasının doğru olacağını düşünmüştüm…
Dükkanıma dönerken yağmur hızlanmıştı. Ama kitapları sendikaya teslim etmekle
iyi bir iş çıkardığımı düşünmenin keyfiyle yağmur umurumda bile değildi..
Aradan geçen yıllarda, yolum sendika
binasına düştüğünde gözlerim merakla ‘Hoca’nın o kitaplarını aradı. Ama
yoktular. Galiba benim o gün taşımaya üşenmediğim kitapları ilgili arkadaş -her
kimse- korumaya üşenmişti.
Açıkçası hâlâ içimin sızladığı bir
konudur bu. Neyse..
O gün bende kalan 5-10 kitap
kitaplığımdaki yerini aldı..
O kitaplardan biri, bugün bu yazıyı
yazmama olanak tanıyor.
Üzeri siyah harflerle basılmış,
kırmızımsı renkte kapağa sahip olan dergi büyüklüğündeki kitap 1932
tarihliydi..
Kitabın/derginin ismi “Hukuk
Bilgileri Mecmuası” idi… Bu ismin hemen altında da yazarının adı yazıyordu: Milaslı Gad Franko.
Daha önce ismini hiç duymadığım
Milaslı Gad Franko ile çöp tenekesinden çıkan ‘Hoca’nın kitapları sayesinde
tanışmıştım..
İsminden Gad Franko’nun bir dönem
Milas’ta yaşayan Yahudi yurttaşlarımızdan biri olduğu çıkarsamasında
bulunmuştum.. İlerleyen yıllarda bu tahminimin doğru olduğunu öğrenecektim..
Milaslı Gad Franko’nun, Hukuk Bilgileri Mecmuası’nın vefat eden emekli hocanın
kütüphanesinde bulunuş nedeni; hukuksal bir gereksinimden mi yoksa bir
şekildeki komşuluk ilişkisinden mi ya da raslantı sonucu mudur bilemiyorum. Ama
bildiğim bir şey var ki, o da hocanın sayesinde Milaslı Gad Franko ile tanışmış
olmam.
İzmir, İstanbul gibi büyük kentlere
gittiğimde en büyük eğlencemin sahaf sahaf dolaşmak olduğu gözönüne alınırsa
eğer, bu eğlencelerimde Milaslı Gad Franko ile karşılaşmalarımın çoğaldığı
tahmin edilebilir..
Çünkü hukuk mecmuasının yıllarca
aylık yayınlanmış olması çok sayıda mecmuanın varlığı anlamına geliyordu ve bu
nedenle ben onlarla hemen hemen her sahafta karşılaşmaya başlamıştım.
1925’li yıllarda Osmanlıca basılan
mecmua, 1930’lu yıllardan sonra Türkçe yayınlanmış.
Sonraki yıllarda, Milas’ın bir
dönemini aktaran bütün yayınlarda hemşehrim Gad Franco’yu arar oldum...
Karşılaştım da…
Bunlardan ilki Doç. Dr. Melek
Çolak’ın 2003 yılında yayınlanan “Milas Yahudileri” adlı kitabın “Milas Yahudi
Cemaatinin Yetiştirdiği Seçkin Kişiler” bölümündeydi..
Nevzat Çağlar Tüfekçi’nin 2005
yılında yayınlanan “Milas, Kentimiz; Sevdamız ve Hüznümüz Bizim” adlı kitabının
Milaslı Ünlüler bölümünde de karşıma çıktı Gad Franko…
Ama bu iki değerli kitaptan sadece
“Milaslı Gad Franko kimdir?” sorusuna yanıt alabiliyordum...
Milaslı Gad Franko’nun yaşamının
“öteki” yanı 2006 yılında Birgün
gazetesinde usta gazeteci Nazım Alpman’ın köşesinde karşıma çıkacaktı…
Nazım Alpman, “Başvekil” başlıklı
yazısında Milaslı Gad Franko’dan söz ediyordu... Kaynakça olarak da o yıl, yani
2006’da yayınlanan Gürkan Hacır’ın “Efe Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı”
kitabını gösteriyordu..
Eh, haliyle de Gürkan Hacır’ın Efe
Başvekil kitabını okumak benim için kaçınılmazdı.
Kitap, bir dönemin Başbakanı Şükrü
Saracoğlu’nun yaşam öyküsünün nehir roman tarzında aktardıldığı bir kitap… Bir
solukta okunuyor.
Gürkan Hacır’ın titiz çalışması,
Türkiye tarihinin bir döneminin perde arkasını önümüze seriyor... Akıcı dille
kaleme alınan kitapta, adeta Şükrü Saracoğlu ile birlikte, Çakırcalı Mehmet
Efe’den Kurtuluş Savaşı’na, ilk meclisten Atatürk’ün sofralarına,
Fenerbahçe’den 2. Dünya Savaşı yıllarına kadar uzanıyorsunuz...
Ama konumuz bu değil elbette…
Milaslı Gad Franko’nun yaşam
öyküsünde taşlar yerine oturmuştu artık…
Gad Franko, 1881 yılında Milas’ta
dünyaya gelir. Evin en büyük çocuğudur... Babası sonraları Çanakkale’de,
Çanakkale Hahambaşı olarak görev yapar. Gad Franko, Milas’ta başlayan eğitimine
Rodos’ta devam etmiştir.. Rodos Türk Koleji’ndeki eğitiminden sonra, Milas’a
dönmüş. Milas’taki Musevi Mektebi’ni yönetmiştir. 1902 yılında İzmir’e yerleşen
Gad Franko, hukuk eğitimi almaya başlamış..
Milaslı Gad Franko, İzmir’de “Ahenk”
ve “Hikmet” isimli Türk gazetelerinde yazılar yayınlarmış.. Bir süre “El
Nuvelista” gazetesinin yöneticiliğini yapmış..
İzmir’de bulunduğu sürece sosyal
yaşamı üst düzeyde olan Milaslı Gad Franko, İzmir Sultani’de yani şimdiki
adıyla ‘lise’de Fransızca öğretmenliği yapmış… Gad Franko, bu Fransızca
öğretmenliğine bir süre sultani de devam etmiş.. Öğrencilerinden yaklaşık 6-7 yaş
büyük olan Fransızca öğretmeni Gad Franko, Sultani öğrencileri tarafından çok
sevilmiş.. Bu sevgi Gad Franko’nun sadece sempatik davranışları ve sosyal
konumundan kaynaklanmıyor..
İlginç ve farklı düşüncelerini
öğrencileriyle paylaşmaktan çekinmeyen genç Fransızca öğretmeni, isminin de
“Milaslı Gad Franko” olarak söylenmesinden büyük keyif alıyordu..
1900’lü yılların başında sancılı
yıllar yaşayan Osmanlı’nın İzmir’inde, Sultani’de ders veren “Osmanlı’nın
birliği ve Türk nüfusunun etkinliğini” savunan Milaslı Gad Franko öğrencilerine
şunları söylüyordu; “Osmanlı’yı kuran ve yüzyıllar önce Musevilere kucak açan
millet Osmanlılar ama özellikle de Türklerdir. Ve yapılan bu büyük iyilik
unutulmamalıdır.. Bu topraklarda ayırt edilmeden yaşıyorlarsa bu toprakların
asıl sahiplerine de saygı gösterilmelidir.”
Elbette bu düşünceleri Rum ve Ermeni
cemaatlerine hoş gelmese de, Milaslı Gad Franko yaşamı boyunca bu düşüncesini
savunacaktı… Ama bu düşüncelerinden dolayı Türk öğrencileri tarafından çok
seviliyordu..
Kendisi azınlık olmasına karşın,
çoğunluk haklarını savunuyordu..
İzmir Sultanisi’nde, Osmanlı
milliyetçiliği, yirmili yaşlardaki bir Musevi sayesinde genç Osmanlı
öğrencilerine öğretiliyordu…
İzmir Sultanisi’nde öğrencilerin
favori öğretmeni, sosyal kişiliği, sempatik tavırları ve bu düşüncelerinden
dolayı Milaslı Gad Franko’ydu…
Fransızca öğretmenine saygı ve sevgi
besleyen, onu gördüğünde önünü iliklemek için çaba sarf eden öğrencilerden biri
de Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü’dür..
Yani yıllar sonra Türkiye’nin
başbakanlığını yapacak olan Şükrü Saracoğlu’dur..
İzmir Sultani’deki Fransızca
öğretmenliğinden önce, Hamidiye Musevi Mektebi’nde Türkçe ve Fransızca
öğretmenliği yapan Milaslı Gad Franko, sonraki yıllarda İstanbul’a yerleşir..
İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitiren
Franko, doktorasını hazırlayıp Paris’te Hukuk Fakültesi’nde savunmasını
başarıyla gerçekleştirir ve Hukuk Doktoru olur..
Hukuki Bilgiler Mecmuası’nı 13 yıl
yayınlayan Gad Franko “Kanun-u Medeni Rehberi” ve “Paranın İstikrarı”
kitaplarını yayınlar..
Artık Milaslı Gad Franko Türkiye’nin
en iyi avukatıdır…
Ama tarihler 1940’lı yılları
gösterdiğinde, Gad Franko’nun yaşamında değişmeler olacaktır. 2. Dünya Savaşı
yıllarında hükümet, savaş yıllarının ekonomik sıkıntılarını aşmak için 11 Kasım
1942 tarihinde aldığı kararla yeni vergi düzenlemeleri çıkarır..
Varlık Vergisi adını taşıyan bu
düzenleme, tamamen etnik ayrımcılığı taşımaktadır.. Artık “ulusal sermayeyi”
oluşturmak için çıkarıldığı belli olan Varlık Vergisi, azınlıklara yaşam hakkı
tanımıyordu..
Azınlıklara çıkarılan yüksek oranlı
Varlık Vergisi Kanunu’nda, vergiyi ödemeyen azınlık yurttaşların Aşkale çalışma
kamplarına gönderileceklerinin belirtildiği bir madde de vardı ..
5 Ağustos 1942’de Başbakan, Meclis
kürsüsünden hükümet programını açıklarken şöyle diyordu; “Biz Türküz, Türkçüyüz
ve daima Türkçü olarak kalacağız.”
Başbakan gazetelere verdiği
demeçlerde “Kanunun hassasiyetle uygulanacağını, bugüne kadar savaş ortamının nimetlerinden
ve bu memleketin misafirperverliğinden faydalanarak halkın sırtından rahat bir
hayat sürenlerin tüm şiddetiyle cezalandırılacağını …” gibi sözlerle hem varlık
vergisini savunuyor hem de ‘cezalandırmak’tan söz ederek hukukun bittiğini
göstermiş oluyordu..
Dönemin başbakanının ismi; Şükrü
Saracoğlu’dur. 1900’lü yılların başında İzmir Sultani’de Milaslı Gad Franko’nun
öğrencisi olan Ödemişli Saraç Mehmet’in oğlu Şükrü…
Bir azınlık olmasının yanısıra bir
de hukukçu olan Milaslı Gad Franko, kanunu etnik ayrımcılık yapmasından dolayı
eleştirir.. Bu yasanın baştan sona hukuksuz olduğunu ve devletin vatandaşlar
arasında ayrımcılık yaptığını savunur.. Ve düşüncelerini her yerde söyler..
Ancak kendisine çıkarılan 375 bin
liralık varlık vergisini engelleyemez..
Milaslı Gad Franko, kendisine
çıkarılan vergiyi ödemek için Vaniköy’deki arsasını satar, Şişli’de oturduğu
evin bütün eşyalarını satar, Galata’da sahip olduğu Bahtiyar Han’ı ipotek
ettirip 100 bin lira denkleştirip maliye’ye yatırır.. Ancak yine de vergiyi
karşılayamaz.. Galata’daki Bahtiyar Han’ı satmayıp ipoteke vermesinin nedeni
Varlık Vergisi Kanunu’nun 12. maddesinde belirtilen ‘mükelleflerin 15 gün
içinde vergiyi yatırmaları’ koşuludur…
Ve bu 15 gün içinde Bahtiyar Han’ı
satamaz.. Artık, Milaslı Gad Franko’ya da vergiyi ödeyemeyen diğer azınlık
yurttaşlarla birlikte Aşkale yolu gözükür… Devletin, vergisini ödemeyen
yurttaşlara verdiği ceza budur çünkü…
Aşkale’de yani Kop Dağı
eteklerindeki çalışma kamplarında taş kırmak ve kar küremek..
Milaslı Gad Franko kırgındır…
1943 yılının Ocak ayında Haydarpaşa
Garı’ndan Aşkale’ye gidecek olan trenin içindeki 32 kişilik ilk kafilede
Milaslı Gad Franko da bulunmaktadır..
Trendeki duyguyu ve Gad Franko’nun
“Milas”a verdiği önemi çok iyi yansıttığından dolayı Gürkan Hacır’ın “Efe
Başvekil - Şükrü Saracoğlu’nun Romanı” isimli kitabından birkaç paragrafı
sizlerle paylaşmak isterim;
“... Elindeki kocaman çıkını yere
bıraktı.
Moda’daki toplama yerinden beraber
getirildiği arkadaşlarının biraz ötesinde duruyordu. Bıçaktan, usturadan beter
bir soğuk vardı. İstasyonun mermer zeminini ışıl ışıl parlatıyordu. Sanki ilk
defa geliyormuş gibi şaşkınca sağına soluna bakınıp, şapkasını kulaklarının
üstüne doğru çekti. Trene binene kadar sigara yakmaya niyetlendi ama sonra vazgeçti.
Soğuktan kamaşan ellerini eldivenlerin üzerinden hohlayarak nefesiyle ısıtmaya
çalıştı.
Apar topar hazırlanmış zavallı
çıkınına baktı. Neler koymuştu içine karısı. Üç beş çamaşır, iki kazak bir
pantolon… Hele ‘yanına gömlek kravat koyayım mı?’ demesi… İçinden acı acı
güldü. Bir küçük yastık her zaman gerekir. En kalın ayakkabılarını zaten
ayağına giymişti.
Halen içinde bir umut vardı. Halen
bir son dakika haberi gelebilirdi. Sadece o değil, kafiledeki tüm
arkadaşlarının içinde bu umut vardı. Bu bir şakaydı diyeceklerdi, bu bir şaka.
Hadi evlerinize dönün!
Kimsenin inanmak istemediği kötü bir
şaka!
Kafile sorumlusu Emin Kalafat’ın
“Hadi beyler trene!” sözü soğuktan beter kesti yüreğini. Çaresiz çıkınını
omuzladı. Kimse kimseyle konuşmuyordu. Büyük bir hayal kırıklığı, şaşkınlık ve
korku vardı içlerinde.
Kendine kompartıman ararken
kondüktörle burun buruna geldi.
- Biletin beyim.
Ters ters suratına baktı.
Kompartımana girerken küfreder gibi cevap verdi:
- Ne bileti!
Kondüktör şaşırmıştı ama ses etmedi.
Elindeki çıkını yere fırlattı.
Pencere kenarına oturdu. Çaresiz ve yorgun gözlerle dışarıyı seyrediyordu.
Gözyaşı dökenler, sarılıp ayrılmak istemeyenler, son bir kez daha çantaları
yoklayıp içine bir şeyler tıkıştırmaya çalışan kadınlar.
O, kimse gelsin istememişti.
Kafilenin en yaşlısı olarak düştüğü bu duruma kimsenin tanık olmasına içi
elvermemişti. ‘Hazırlarsın bohçamı çeker giderim’ demişti karısına. Çocuklarına
bile son kez öpüp sarılmadan gidiyordu.
Avukat Şekip girdi kompartımandan
içeri.
- Eveeeet bakalım Milaslı! Aşkale’yi
de görmek varmış kaderimizde, diyerek elindeki bavulu ortaya bıraktı.
Diğer elindeki küçük çantayı da
bagaj rafına yerleştirdi. Milaslı’nın karşısındaki koltuğa oturup derin bir
soluk aldıktan sonra yolculuklarına ev sahipliği yapacak kompartımanı şöyle bir
inceledi. Sonra iç geçirip laf attı.
- Bak senin şu muhterem talebenin
işine! Görüyor musun başımıza neler açtı. Olmaz dedik, yapamazlar dedik, son
dakika vazgeçerler dedik ama bak koyulduk yola gidiyoruz işte!
- Başlama gene Şekip, diye kestirdi
Milaslı.
Şekip kollarını ovuşturup ısınmaya
çalıştı.
- Uuuf ne soğukmuş içerisi yahu! Ben
sıcak olur dedim ama…
Baksana, diyerek Şekip’e donmuş
boruları işaret etti. Şekip yine de teselli arar gibi mırıldandı:
- Herhalde hareket edince ısınır!
Tren kalkmak üzereydi. Kafile
sorumlusu Emin Kalafat son kez kompartımanları kontrol ediyordu. Elindeki
listeye bakıp kafasını içeri uzattı.
- Avukat Şekip Adut ve Gad Franko
değil mi?
Şekip düzeltti:
- Evet doğrudur ama sadece Franko
değil, Milaslı Gad Franko.
- Tamam tamam. Meşhur Milaslı avukat
Gad Franko.
- Evet ya meşhur Milaslı avukat!”
Ve Aşkale treni Haydarpaşa Garı’ndan
kalkmıştır.. Trenin içinde, Varlık Vergisi’nin yaratıcısı Başbakan Şükrü
Saracoğlu’nun öğrenciliğinde elini öptüğü 62 yaşındaki öğretmeni Milaslı Gad
Franko da vardır.
Trenin içinde ayrıca Tasvir
Gazetesi’nden deneyimli gazeteci Feridun Kandemir de bulunmaktadır. Varlık
Vergisi mağdurlarını taşıyan trende gazeteci Feridun Kandemir’in bulunuş amacı,
trendeki izlenimlerini, trendeki söyleşilerini Tasvir Gazetesi’nde gün gün
yayınlamaktır..
Yayınlar da…
Gazeteci Kandemir kompartıman olarak
Milaslı Gad Franko’nun kompartımanını tercih eder..
Çünkü Başbakan Şükrü Saracoğlu’nun
öğretmeni Milaslı Gad Franko’nun düşüncelerini merak ediyordur…
Gad Franko’nun sözleri kırgındır…
“Bizlere bunu layık gören devlet
daha neler yapar kimbilir? Oysa biz neler istedik devlet için. Türklüğü,
Türkçülüğü hâkim kılmak için ne mücadeleler verdik. ‘Vatandaş Türkçe konuş’
kampanyalarına varıncaya kadar. Vergi verdik, askere gittik. Burayı yurt
belledik namus saydık, daha ne vereceğiz? Canımızı istiyorlarsa onun da kolayı
var. Assınlar bizi! Yok bizi tümden göndermek istiyorlarsa ağlayarak da olsa
çeker gideriz. Kalbimize gömeriz yurt aşkımızı. Ama böyle gururumuzla oynamak,
suçlu gibi trenlere doldurup koyun gibi dağlara göndermek!… Ağrıma giden bu,
Şekip! Bu mudur devletin bizde kalan alacağı! Kıralım taşları, küreyelim
karları kurtulacaksa devletimiz, onu da yapalım!”
Tasvir Gazetesi’nde yayınlanan
yazılar, Şükrü Saracoğlu hükümetini rahatsız eder.. Başbakan Şükrü
Saracoğlu’nun isteği üzerine, gazete Feridun Kandemir’i geri çeker..
Milaslı Gad Franko, gazeteci Feridun
Kandemir ile vedalaşırken Başbakan Şükrü Saracoğlu’na şu sözlerini iletmesini
rica eder..
“Bakınız Feridun Bey… Eğer
Saracoğlu’nu görürseniz şu mesajımı lütfen iletiniz.. Bir devlet vatandaşının
her şeyini isteyebilir. Hatta canını bile isteyebilir. Ama olmayan şeyi
isteyemez!.. Lütfen bu sözümü ona duyurunuz..”
Gazeteci Kandemir, Gad Franko’nun
sözlerini Başbakan’a iletebilmek için 3 kez randevu talebinde bulunur.. Ancak
Başbakan Şükrü Saracoğlu randevu vermez..
Aşkale’de zor günler bekler Gad
Franko’yu..
Taş kırmanın, kar küremenin yanısıra
ünlü hukukçu, çalışma kampında ihtiyacı olanların dilekçelerini yazarak, yani
arzuhalcilik yaparak 25 kuruş almak zorunda kalır…
Sürgün biter… Ama bu kez İstanbul’da
zor günler beklemektedir Aşkale yolcularını… En büyük zorluğu da Milaslı Gad
Franko çekecektir…
Her şeyden önce onuru kırılmıştır..
Ticari itibarını kaybetmiş, ekonomik sıkıntı içine girmiştir..
Galata’daki ünlü Bahtiyar Han’ı
satmış olmasına karşın borçlarını ödeyemez.. Alacaklıları İstanbul Barosu’na
şikayet eder.. Ancak İstanbul Barosu, Gad Franko’dan yana tavır alarak cezai
bir durum olmadığını söyler.. Bütün gayrimenkullerini satmasına karşın
alacaklılardan kurtulamaz…
Bir alacaklısına yazdığı mektupta
şöyle yazar Milaslı Gad Franko;
“Alacaklılarımın hiçbirinin bana
borçlarımı hatırlatmasına lüzum yoktur. Gece ve gündüz düşünüyorum ancak
maalesef işlerim umut ettiğim şekilde gelişmiyor. Varlık Vergisi zamanında en
az 150 bin sterlin tutarındaki servetimi kaybetmekle kalmadım, borçlandım da…”
Eski gösterişli günlerinden
uzaklaşır, dostlarını kaybeder.. Eskiden hergün gittiği, müdavimi olduğu Büyük
Kulüp’e arada bir gitmeye başlar... Milaslı Gad Franko bir gün Büyük Kulüp’te
yemek yerken Başbakan Şükrü Saracoğlu gelir... Kulüpte canlanma olur.. Herkes
ayağa kalkar, saygı gösterisinde bulunur. Dipteki masalardan birinde oturan Gad
Franko hiç istifini bozmadan yemeğini yemeye devam eder..
Bu durum görevlilerin gözünden
kaçmaz..
“Mösyö Franko, Başbakan geldi
görmediniz mi?” diye uyarırlar.
Franko’dan gelen “gördüm” yanıtı
üzerine “o halde neden ayağa kalkmadınız?” diye üsteler görevliler..
Milaslı Gad Franko’nun “hırs, öfke
ve tüm birikmiş kiniyle” verdiği yanıt çok nettir:
“Böyle icap etti…”
...
Milaslı Gad Franko 12 Ağustos 1954
tarihinde 73 yaşında İstanbul’da ölür..
Cenazesi Neve Şalom Sinegogu’nda
düzenlenen tören sonrası Arnavutköy Musevi Mezarlığı’na defnedilir..
Yani Milaslı Gad Franko vatanında yatmaktadır...
...
Bu yazıya gelince; Milas’ın renkli
geçmişinin yerel basında sıkça yeraldığı bugünlerde, Milaslı olmanın keyfini
isminde taşımak için büyük özen gösteren hemşerimiz “Milaslı Gad Franko” ile
tanışmanızı istedim.
Formun Üstü
Formun Altı
Formun Üstü
16 Ekim 2016 Pazar
MİLAS'TA MUSEVİ İZLERİ!
Milas'ta Yahudi Mahahallesi olarak bilinen Hoca Bedrettin Mahallesi Park Caddesi üzerinde, madenci Nisim Tarika'ya ait evden geriye kalan kapı. Kapının üzerine İbranice bir yazı ve Yahudi takvimine göre, belli ki binanın yapım tarihi olan, 5640 rakamı yer almaktadır.
14 Ekim 2016 Cuma
DAVİD LEVİ VE ONUN MİLAS'I
David Levi, Milas doğumlu bir Musevi. milas-mylasa.blogspot.com'da "Sözlü tarih-Kazım Bencik"in anlattıkları üzerine o da Milas'la ve o yazıyla ilgili duygularını facebook'ta şöyle dile getirmiş:
David Levi: ahhhh...ne guzel bir yazi...Kazim Bencik efendinin bahsettigi Jack Levi Benim babamdir....yazdiklari cok dogru, citten manufatura magazamiz butun sene veresiye verirdi ve koyluler urunlerini sattiklarinda paralarini alir almaz ilk durak babamin dukkani idi ve borclarini aninda oderlerdi. Bu tam manasi ile karsilikli guven ve dayanismanin bir ornegi idi..Manufarura dukkanimizin belki 30-40 koyunden musterileri vardi, bir figrist ile koy ve adam ismi ile hesaplari bulunudu..eh gidi gunler hey...ben butun bunlari cocuk olarak dukkanda gorurdum..bukadar guven ve saygi anlatilmasi imkansiz bir sey..Babam koylulere su pompalarini almaya yardim ederdi , o gunlerde ilk kuyu pompalarini koye sokmak bir inkilapti , pompalar calistirildiginda butun koyluler etrafinda toplanirlardi...pompalar dizeldi..ki daha eletrik yoktu koylerde...Bu sekilde pamuk tarimi ilelrlemeye basladi..ki pamuk cok su isterdi..Amcam Milasa ilk defa Jambach isimli dizel pompalarini getirdi ve koylulere kredile satmaya basladilar, versiye..paran olunca odersin seklinde..Daha sonra Milasa ilk defa NOVAK adli lambali radyoyu getirdiler pille calisan bu artik bir yenilik idi,,yine veresiye , urun paralarini aldiklarinda oderlerdi...Murat beyden bahsediliyir...Murat bey vefat ettignde cenazasi icin Milasa bando getirdiler , ilk defa bandolu cenaze merasimi yapildi biz o zaman daha cocuktuk ...Cenaze butun Milasi catte catte gezdi...sonra Sus yoluna geldiler...Butun Milas MURAT BEYIN cenazesine katildi..Koyluler Sali pazarina geldiklerinde babama kendi yaptiklari tereyagini, bali, zeytini, peyniri( cokerek peyniri) , tavuk, yumurta getirilerdi, ki bunu hediye diye vermek isterllerdi , babam yinede onlara haklari olan parayi pesin oderdi veya para almak istemiyenlere dukkandan birkac metre basma veya buna benzer manufatura verirdi, ki koylulerin babama olan sevgisi, saygisi anlatilamaz..Cocuklarini Izmire Liseye yollardi okumalari icin, ki bunun icin onlari gitmesi gereken yerlere yollamak uzere yol gosteriridi, ,,daha sonra universiteye veya teknik okula gitmelerine yardim ederdi...karsilikli guven ve sevginin siniri yoktu.." E cak efendi sen bilirsin sen ne luzunsa yap , sen bilirsin " derlerdi, pek cok genc bu sekilde yuksek tahsille gitmeye baslamismisti..Genc cocuklar izine geldiklerinde ilk ugradiklari yer bizim magaza idi ve babamin elini opmek isterlerdi..ki bu onlarin bir tesekkuru ve saygi gosterisi idi..ki daha pek cok guzel hatiraalar varki bunlari dile getirmek zor....
•
David Levi: Ilk su pompalari geldiginde, arteziyen acilirdi ve tarla boyunca ariklar yapilirdi..ki tarladan tarlaya ariklarla su yollanirdi..koyluler aralarida su yollama zamanina gore hesaplasirlardi ki dizel pahalli bir yakitti..biu sekilde ilk pamukculuk Milas yoresinde basladi...Pamuklar cuvallarla geldiginde, birinci el, ikinci el, benekli , bir benekli , iki benekli diye degerlendirilirdi ona gore aninda hesaplari kesilir ve pesin odenirdi..Parasini alan koylu once gidip tuccarlara olan borclarini oderlerdi..defterler acilir ve hesap gorulurdu...
David Levi: Dugun oldugunda her iki tarafin kadinlari dukkana gelir ve otururlardi, her birisi icin teker teker basma cikarilir 4-5 metre uzunlugunda kesilirdi.. taa ninelerden baslayip en gencine kadar teker teker yeni entarileri kesilirdi, tabii genc damat ve babalari icin de kumas secilirdi...Terzi dukkana cagirilir dukkanda olculer alinir kumaslar terziye verilirdi...o zaman konfeksiyon diye bir sey yoktu, her sey terzide dikilirdi.. Babam herkesin dugun giyimini teker teker gozden gecirir ve herkesi memnun ederdi.. ki koylunun babama olan guveni sonsuzdu... taa kullanacakları mendile kadar hersey dukkandan veresiye verilirdi..deftere yazilirdi...tutun, pamuk, zeytinyagi satildiginda gelirler borclarini oderlerdi...Guven, sevgi, hurmet inanilmiyacak kadar buyuktu..Bazen koyluler evimize gelirler ve gece bizde yatarlardi ki ertesi gun Milas’ta yapilacak isleri vardi..ki ozamanlarda Milasta otel yoktu, tek yatilacak yer Caputcu hani idi, koylu kadinlar orada kalamazlardi, cozum yolu onlari eve getirmek ve agırlamakti, sanki ailemizden biri gibi..Misafir odasi acilir, yer yataklari yapilir ve koyluler elbiseleri ile yatarlardi..sabah kahvaltisindan sonra gidecekleri yere giderlerdi..ki karsilili sevgi oyle yoktan cikmamisti..ki koyluler cok temiz ve iyi insanlardi, kibarliklari, cekingenliklerini, anlatmaya imkan yok..sanki her biri melek gibi insanlardi,,,ben bunlari hep hatirlarim... onun icin Milas bizim icin degeri buyuk olan bir yer, hatiralarimizin unutulmasina imkan yok, ki bugunki gunlerde bu tip dostluklari bulmak zor....
•
David Levi: Ilk su pompalari geldiginde, arteziyen acilirdi ve tarla boyunca ariklar yapilirdi..ki tarladan tarlaya ariklarla su yollanirdi..koyluler aralarida su yollama zamanina gore hesaplasirlardi ki dizel pahalli bir yakitti..biu sekilde ilk pamukculuk Milas yoresinde basladi...Pamuklar cuvallarla geldiginde, birinci el, ikinci el, benekli , bir benekli , iki benekli diye degerlendirilirdi ona gore aninda hesaplari kesilir ve pesin odenirdi..Parasini alan koylu once gidip tuccarlara olan borclarini oderlerdi..defterler acilir ve hesap gorulurdu...
David Levi: Dugun oldugunda her iki tarafin kadinlari dukkana gelir ve otururlardi, her birisi icin teker teker basma cikarilir 4-5 metre uzunlugunda kesilirdi.. taa ninelerden baslayip en gencine kadar teker teker yeni entarileri kesilirdi, tabii genc damat ve babalari icin de kumas secilirdi...Terzi dukkana cagirilir dukkanda olculer alinir kumaslar terziye verilirdi...o zaman konfeksiyon diye bir sey yoktu, her sey terzide dikilirdi.. Babam herkesin dugun giyimini teker teker gozden gecirir ve herkesi memnun ederdi.. ki koylunun babama olan guveni sonsuzdu... taa kullanacakları mendile kadar hersey dukkandan veresiye verilirdi..deftere yazilirdi...tutun, pamuk, zeytinyagi satildiginda gelirler borclarini oderlerdi...Guven, sevgi, hurmet inanilmiyacak kadar buyuktu..Bazen koyluler evimize gelirler ve gece bizde yatarlardi ki ertesi gun Milas’ta yapilacak isleri vardi..ki ozamanlarda Milasta otel yoktu, tek yatilacak yer Caputcu hani idi, koylu kadinlar orada kalamazlardi, cozum yolu onlari eve getirmek ve agırlamakti, sanki ailemizden biri gibi..Misafir odasi acilir, yer yataklari yapilir ve koyluler elbiseleri ile yatarlardi..sabah kahvaltisindan sonra gidecekleri yere giderlerdi..ki karsilili sevgi oyle yoktan cikmamisti..ki koyluler cok temiz ve iyi insanlardi, kibarliklari, cekingenliklerini, anlatmaya imkan yok..sanki her biri melek gibi insanlardi,,,ben bunlari hep hatirlarim... onun icin Milas bizim icin degeri buyuk olan bir yer, hatiralarimizin unutulmasina imkan yok, ki bugunki gunlerde bu tip dostluklari bulmak zor....
13 Ekim 2016 Perşembe
KARİKATÜRİST İZEL ROZENTAL’IN MİLAS İZLENİMLERİ
Hoşlanmadığım bir sorudur: “Karikatür mü
çiziyorsun, hangi gazetede?” Hadi bakalım, cevap ver! Şalom desem, nerede satılır diye sorarlar… “Cemaat
gazetesidir, Yahudilerindir, tirajı azdır, bayilerde bulunmaz” desem, dudak bükerler… Konuştuğum
Milaslıların yaklaşımı ise oldukça farklıydı. Şalom için çizdiğimi öğrenenler gururla
Milas’taki Yahudi yaşamından ve kültüründen söz ettiler. 1960’lara kadar burada
300 aileden oluşan bir Yahudi cemaati yaşamış. Bazıları İsrail’e, bazıları
İzmir’e -İstanbul’a göç etmiş, Milas’ta bugün hiç Yahudi kalmamış. Milas
Belediye Başkanı Muhammet
Tokat bu göçü ekonomik
nedenlere bağlıyor. Yoksa kentte Yahudilere baskı hiçbir zaman söz konusu
olmamış. Tokat’ın
tanıdığı son Yahudi bir doktormuş. O da 80’lerde ayrılmış Milas’tan. “Onun
için yaşam zordu, cemaatinden hiç kimse kalmamıştı; Yahudiler bir arada
yaşamaya alışkındır” tespitinde bulunuyor, ayrılma nedenini sorduğumda.
Araştırmacı-Yazar Nevzat Çağlar Tüfekçi, halen
Milas’ın tarihçesini kaleme almayı sürdürüyormuş. O da Yahudilerle yakından
ilgili. Bu konuda bolca araştırma yapmış. Milas, eski çağlarda Karia denilen ve Yahudilerin yoğun olarak
yaşadıkları bölgenin başkentiymiş. Zaten Milas’ın bir önemli özelliği de
isminin ta Bizans döneminden günümüze hiç değişmeden gelmesidir. Milas’ta
Yahudi nüfusu Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra artmış. 19.yüzyıl sonlarında
kırk-elli kişiden oluşan Yahudi cemaati, Rodos ve diğer Yunan adalarından
gelenlerle birlikte bini aşmış… Milas Yahudilerinin eğitime verdikleri önem
hâlâ dillerde… Tarihçi Prof.Dr. Melek
Çolak, “sinagogun hemen yanındaki Musevi Mektebi’nde 1908 yılında 95
öğrenci mevcuttu” diye yazıyor akademik çalışmasında. Ayrıca Avram Galante’nin ‘Histoire
des Juifs de Turquie’ adlı eserinde “Kızlar Okulu” diye belirttiği
bir bina daha varmış. Galante’ye
göre bireylerin eğitimin yararlarını benimsemesi Milas Yahudi Cemaatini “doğunun
ilkleri” arasına sokmaktaydı. Alliance Israelite Universelle’inkomite
merkezine gönderdiği bir raporda da Milas Yahudilerinin eğitime verdikleri önem
vurgulanmış. (1)(2)
Tüm bu bilgilerle donandıktan sonra ‘merak
virüsü’ ister istemez insanı etkisi altına alıyor. Akşama doğru, hava
serinleyince, Ersin Yeniceli,
Mehmet Nergiz ve kıdemli bir
grafik tasarımcı olan Bülent
Örkensoy’un rehberliğinde kentte minik bir arkeolojik gezi
gerçekleştiriyoruz. Önce, Karikatürlü Ev’in hemen bitişiğindeki Çöllüoğlu Hanı’nı geziyoruz.
Yaklaşık 300 yıllık bu tarihi kervansarayın restorasyon çalışmalarının yıl
sonuna kadar bitmesi bekleniyor. Buranın aslına uygun olarak bir han ve
konaklama merkezi olarak işlev görmesi planlanmış.
Yahudi mahallesi ve mezarlığı
İkinci durağımız Uzunyuva ve Hekatomnos
Lahti. Bütün turistlerin yaptıkları gibi ben de sütunun tepesinde yuva yapmış olan
leylekleri fotoğraflamaya çabalıyorum. 2.400 yıllık bu tarihi mezarın az
ilerisinde eski Yahudi Mahallesi başlıyor. Ersin Yeniceli’nin verdiği bilgiye
göre zamanında bu bölgedeki evlerin tamamı sarı boyalıymış. Bu mahalleyi
restore edip korumaya almak da şimdilerde Milas Belediyesi’nin projeleri
arasında. Ama öncelik Yahudi Mezarlığı’nda!
Halikarnas Mozolesi’nin Roma dönemi kopyası
olan Gümüşkesen Anıtı ile Baltalı Kapı’yı da gördükten sonra, son durağımız ve
asıl merak konumuz olan Yahudi Mezarlığı’na yöneliyoruz. Milas Belediyesi
gerçekten burayı tam bir koruma altına almış. Arazi tertemiz, bazı taşlar
servet avcılarının gayretiyle (!) yerlerinden oynatılmışsa da, çoğu hasarsız
yerli yerinde duruyor. Besbelli ki belediye yetkilileri buranın manevi değerinin
bilincindeler. Nitekim Milas Belediye Başkanı Muhammet Tokat da, görüşmemiz
esnasında bu mezarlığa verdikleri önemi vurgulamadan edemiyor. Mezarlığı baştan
tanzim etmek, açıklama levhaları yerleştirmek istiyorlar ama bilgilerinin kıt
olmasından yakınıyor, İbraniceyi çözemediklerinden hata yapmaktan çekiniyorlar.
Bu konuda İzmir Yahudi Cemaati’yle bir iki kez temas kurulmuşsa da ne yazık ki
müspet sonuç alınamamış. Başkan bu konuda hem duyarlı, hem de çok istekli.
Yahudi kültürünü Milas uygarlığının ayrılmaz bir parçası görüyor ve Yahudi
Mezarlığı’nı düzenlemek için can atıyor. Turhan Selçuk Evi’ne dönüşen Hacı Ali
Ağa Konağı’nı, 1920’li yıllarda Milas’a davet edilen Macar ustalarca yapılan
Macar Evleri’ni, halen restorasyon çalışmaları süren Çöllüoğlu Hanı’nı
gözlerimin önüne getirince Muhammet Tokat’ın bu heyecanına ortak olmaktan
kendimi alamıyorum. Umarım toplumumuzun bu konuda çok duyarlı olduğunu bildiğim
bazı yetkilileri bir an önce bu çağrıya cevap verirler.
Bana gelince, bundan böyle benim için artık
Bodrum’dan önce Milas diye bir ara durak yok artık. Tam aksine, Milas başlı
başına gidilecek, kalınacak çok zengin bir uygarlık merkezi. Üstelik laf
aramızda, Tuzla’daki (Bargilya) salaş balıkçı lokantaları bir başka güzel!
1- Milas
Yahudileri ve Eğitim: Talmud Tora’dan Alliance Israelite Universelle’e
(1851-1934) -Melek Çolak / Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
2004/Cilt 21/Sayı 1
2- Milas
Yahudileri - Melek Çolak / Milas Belediyesi Kültür yayınları No:3, Ümit
Yayıncılık, Ağustos 2003.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)